31 Mayıs 2012 Perşembe

4+4+4 Eğitim Sistemi, “Kürtaj” , “Başkanlık Sistemi” ve Genel Olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın Üslubu Üzerine …

31/05/2012

Başbakan’ın Üslubu … 

4+4+4 Eğitim Sistemi, “Kürtaj” , “Başkanlık Sistemi” ve Genel Olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın Üslubu Üzerine … 

Başbakan ortaya bir fikir atıyor… Hem de uzun uzun derinlemesine tartışılması ve toplum tarafından özümsemesi gereken bir konu hakkında … Mesela geleceğimiz şekillendirecek eğitim sisteminin 4+4+4 şeklinde değiştirilmesi … Mesela “pek yakında” “Kürtaj” konusu … Biraz daha sonra “başkanlık sistemi” …  

Bu konular daha herkes fikrini söyleme aşamasındayken birdenbire yasa meclise getirilip kabul ediliyor. 4+4+4 sistemi böyle oldu. Vatandaşa ve hatta konu hakkında az çok bilgi sahibi olan, gazete – televizyon takip eden eğitimli insanlara bile sorsanız, daha bu eğitim sisteminin ne getirip ne götüreceğini, faydalı olup olmadığını bilen çok azdır. ( Ben rastlamadım mesela ama “hiç yoktur” diyecek te bir araştırma yapmadım doğal olarak.) 

Kürtaj konusu da böyle olacak. Daha “dün” konuşulmaya başlandı. Bugün neredeyse yasalaşacak. Artıları ve eksileri neler olabilir, ya da “yasaklansın-yasaklanmasın” arasında bir seçenek olabilir mi tartışamadan…

Başbakan, katıldığı tüm seçimleri tek parti olarak kazanmanın, son genel seçimde %50’nin üzerinde oy almanın ve hatta karşısında rakip olacak bir muhalefet ve lider olmamasının verdiği rahatlıkla, “her istediğini yapabileceği” yanılgısına kapılıyor. Aslında şunu gözden kaçırıyor ki; en tehlikelisi “azınlığın diktatörlüğü” değil, “çoğunluğun azınlığı ezdiği diktatörlük” tür. 

Bir sistem, kendine oy vermeyenlerin haklarını tarafsız ve adil bir şekilde savunabiliyorsa idealdir. Sayı olarak az olan, etnik ya da dini köken olarak farklı olan sosyal gruplar kendilerini ne kadar rahat hissedebiliyorsa o ölçüde gerçekten eşitlikçidir. 

Şimdiye kadar tüm sistemsel ihtiyaçlarımızı hep başka ülkelerden transfer ettik. Medeni hukuk sistemi İsviçre’den alındı. İsviçre halkının ve kültürel yakınlığı olan Avrupa kültürünün yüzlerce yılda tartışıp şekillendirip özümsediği hukuk sistemi “kopyala-yapıştır” yöntemiyle transfer edildi. Belki bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Ana konu bu olmadığından, tartışmıyorum. Ama biz kendi hukukumuzu üretip geliştiremediğimiz için “örnek ve model alma” seviyesinin bir basamak üstüne çıkarak, orada olan her şeyi aynen alma yöntemini kullanıyoruz. 

Hukuk nasıl üretilir? Tabii öncelikle özgürlükçü bir tartışma ortamının olması gerekir. Fikirlerin açıklanması, bunlara itiraz edilmesi ve karşı fikir sunulmasının normal karşılanmasına imkân sunan, huzurlu ( ki terör belasıyla uğraşıyoruz her şeye ek olarak ) bir toplumsal ortam… Tam bir hayal… 

“Fikirlerin çatışması” nı “çatışma” , “tartışma” yı “kavga” , “başkalarının da haklı olabileceği ihtimalini” de “kendine hakaret” olarak gören bir toplumuz. 

Başkanlık sistemi tartışmasında da durum aynı. Bu sistemin bize uygun olduğunu savunanların gerekçesi nedir bilemiyorum. Doğru da olabilir. Zaten “olabilir” dememizin sebebi de bu, ihtimal tabii ki vardır ama toplumun tüm kesimleri fikrini söylemeden, konu enine boyuna tartışılmadan böylesine köklü bir değişikliği, sırf meclis çoğunluğu olmasına dayanarak getirilmek istenmesi, etik değildir, demokrasi hiç değildir. Çünkü çoğunluk olmak tek başına her şeyi yapabilme hakkı vermez, partide muhalefet olmaması, hatta ve hatta karşısında rakip hiçbir organize muhalefet gücünün olmaması, size, ağzınızdan çıkan her sözün emir olarak algılanacağı yanılsamasını hissettirebilir. Ama gelişmiş demokrasilerde bunu değil uygulamak, düşünmek bile mümkün değildir. Hatta kâğıt üzerinde krallık/kraliçelik ile yönetilen Avrupa ülkelerinde bile. Demek ki, sistem denen şey, o topluma özgüdür, o toplum tarafından geliştirilir ve özümsenir. 

Şimdi biz ABD Başkanlık Sistemi’ni örnek alacağız ya, iyi ki Hollanda’nın ya da İngiltere’nin monarşi sistemine özenmedi sayın başbakan. Çünkü o görünen sistemin altında, yüzyıllar boyunda, çeşitli savaşlar ve çatışmalarla, devrimlerle oluşturulan bir sistemi kopyalamanız mümkün müdür? Bizce değil… Zaten ABD Başkanlık sistemi denen şeyin sadece ABD’de uygulanıyor olması, diğer birkaç ülkede de benzer ama aynı olmayan yarı başkanlık sisteminin uygulanıyor olması, hatta Fransa gibi belki birkaç ülke dışında genelde totaliter görüntü vermesi de bu yüzden. Güçlü bir devlet başkanı, ancak demokratik haklarını çok iyi bilen ve kullanabilen, STK’ların gelişmiş ve organize olduğu, bununla bağlantılı olarak da hukuk sisteminin gelişmiş ve işler olduğu toplumlar tarafından kontrol edilebilir ve dizginlenebilir. Ancak bu kontrol mekanizmaları ile başkana totaliter rejime kaymadan, hızlı ve etkili karar alma mekanizmalarını kullanma şansı verilebilir. Bazı yazarların da dikkat çektiği gibi, şuanda uygulanan parlamenter sistemin uygulamadaki pürüzlerini gidermeye çalışmak varken, böylesine köklü bir değişikliği düşünmek kazanma şansı muallak olan bir kumar oynamaktan başka bir şey değildir.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Vatandaşlık Hakkı-Kulluk Haksızlığı !

“Kul” Muyuz “Vatandaş” Mı? Devlet Mi Bizim , Biz Mi Devletin?

Bir bireyin elde edebileceği en önemli ve en kutsal hak ; “vatandaşlık” hakkıdır. Artık birey , imparatorluklarda ya da ilk dönem sanayi devrimi ülkelerindeki gibi köle,kul değil, vatandaştır.

Bu vatandaşlık kavramı , bir insanın “insan” gibi yaşama,eşit eğitim-sağlık-güvenlik-barınma-beslenme gibi temel insani hakları içermelidir.

Gelecekten umudu olmayan,hayal kuramayan bireyler “toplum” , “millet” olmaktan uzak ve sadece “insan yığını” ve hatta “kuru kalabalık” olmaya mahkum olur. Ki bu durum ne üst yapı olarak devletin , ne de onu oluşturan en önemli unsur olan bireyin geleceği için faydalıdır.

Devlet yapısı , çatısı altında insanların gelecekten umutlu olmalarını sağlamakla yükümlüdür ve olmalıdır da.

Devlet , “vatandaşın hizmetkarı” olarak konumlandırılmalıdır. Devlet görevlileri,o görevi kabul ettikleri andan itibaren statü olarak vatandaşın üzerine çıkmadığını , tam tersi oan hizmet etmek için vatandaşa söz verdikelrini kabul etmelidir. Bir milletvekili , kendisini yolda durduran trafik polisini tokatlayamaz,vatandaş “mezarda emekli” olacakken kendisi bir dönem milletvekili seçildiği andan itibaren emeklilik hakkına sahip olamaz,3 aylık maaşını peşin peşin-hiç bir iş yapmadan alamaz,polis-asker-zabıta adı her ne olurs olsun devletin kolluk kuvvetleri , üzerlerindeki üniformanın onlara vatandaşı tartaklama , onlara keyfi muamele etem hakkı verdiğini düşünemez.

Devlet , ne yapı ne edip, tüm ihtiyaç sahibi vatandaşına yukarıda sayılan insani gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür.Devlet yapısı bu yüzden kurulmuştur. Yoksa istediklerini yapan , toplumsal faydayı gözetmeyen, sadece kendi çıkarlarını düşünen , toplumsal çıkarları düşündüğünde ise kendi bakış açısıyla – diğer görüşleri dikkate almadan- hareket eden bir elit bir üst tabaka yaratmak için değil !.

“Ben vergisini veren bir Türk vatandaşıyım!” dendiğinde bu vatandaşlık kavramı , toplumun üyesi olan bir bireyin bir insan gibi yaşama talebini isteme hakkını ifade eder.

Gelecek Kavramı : Demek ki en önemli beklenti “gelecek” tir. İnsanlar her zaman daha iyiye gidiş isterler. Bu belki de insan doğasının “hiç bir zaman yetinmeme ve hep daha fazlasını isteme” özelliğinin bir sonucudur.

İnsan , bir birey olarak kendi çıkarlarını düşünmekle birlikte , sosyal bir varlık olarak ta , kendinde bir sorumluluk hissederek, kendisi ile etkileşim içindeki diğer bireylerin de geleceğini düşünmek görevini üstlenir. Anne,baba,eş,çocuklar ve benzeri kişiler “ana sorumluluk çemberi” içinde yer alan “hayatımızın ÇOK ÖNEMLİ KİŞİLERİ – vip” ni oluşturur. Planlarımızı bu insanları gözeterek yaparız. Dolayısıyla kendisi ve sosyal sorumluluk alanı içinde olansevdiklerini düşünen birey , gelecek kaygısı taşırsa , halihazırda geçerli olan sosyal-ekonomik-siyasi sisteme isyan etme aşamasına gelir. Kafası rahat ekonomik kaygıalrı,gelecek endişesi olmayan , ihtiyaç duyduğunda arkasında duracak ve güvenilebilecek güçlü bir devlet yapısı hisseden bireyin ise ülkeye,geçerli siyasi yapıya bağlılığı artar. Farklılıkları hissetmek yerine “eşit” hisseder.

Bir insan , dünyaya geldiğinde , tüm ömrünü “karnını doyurmak” için uğraş vererek geçirmek zorunda kalmamalıdır. Bir grup insan aşırı lüks içinde yaşarken , toplumun büyük bir çoğunluğunun standart bir insan için gerekli olan greksinimlere ulaşamaması ve ömrünü bu gereksinimlere -bırakın ulaşabilmeyi- , yaklaşamaması haksızlıktır , adaletsizliktir.

Örneğin çalışma saatleri ve günleri düzenlenmeli , en azından haftanın bir günü 1 ya da 2 saat erken paydos edilmeli , hafta sonu veya hafta içi olmak üzere haftada 2 gün izin yapılabilmeli ve insanın (sanatsal aktiviteler, ibadet,hobiler,aile,özel yaşam ve benzeri) manevi ihtiyaçlarını giderebilmesi için zaman yaratılmalıdır. Bu yaratılan zaman boş geçirilse bile , bu , ilgili kişinin seçimidir. Bir insanın hiç bir şey yapmadan aylaklık etmesi de bir hak olabilir. Ama en azından devlet , istediği gibi kullanabilmek üzere vatandaşına bir zaman hediye etmelidir. Çünkü bu hayatın telafisi yoktur. İnsanlar bir bitki gibi nefes alma, zar zor beslenme peşinden koşmakla bir ömrü harcamamalıdır. Hayatın ve yaşamanın güzelliklerini yaşama deneyimine erişebilmelidir.

Terör:1 - Huzur:0

25 Haziran 2010 itibariyle skor yukarıdaki gibi.
Terörün “aracı” , huzuru bozmak , kaos yaratmak iken devletin amacı “huzur”u sağlamaktır.
Şuan huzur bozulmuş,toplumun (hemen hemen) her kesimi tedirgin olmuştur. Demek ki terör ,bir gol atmıştır.

24 Haziran'da toplanan MGK , “terörle mücadele sonuna kadar kesintisiz sürecektir” açıklaması yaptı. Peki ,nasıl? Bu açıklamanın diğer MGK açıklamalarından farkı nedir? Açıklamada fark yok , demek ki mücadele yöndetminde de fark yok ! E orada fark yoksa demek ki terör eylemlerinde de fark olmayacak !

Aynı gün TÜSİAD , terörü kınayarak “Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yatırım yapma kararı” alması da gösteriyor ki DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK !

30 yıldır süren terör eylemleri sırasında terör örgütü kaç kere strateji değiştirdi ? İsim değişiklikleri , organizasyon değişiklikleri , demokrasiyi kendi kendilerine yorumlayan bazı Avrupa ülkelerinin maddi ve manevi destekleri sonucu gelen açılımlara (!) , bu santranç oyununda doğru stratejik hamle ile karşılık verilemedi.

TSK,MGK,TÜSİAD,STK'lar ve siyasi partiler ve tabii BDP ,akfamızı ayrıtıp miğdemizi bulandıran reklam nakaratları gibi aynı cümleleri tekrarlıyorlar. Tabii terör örgütü de kendinden beklendiği gibi huzur,istikrarı bozmak için çabalamaya devam ediyor. MHP de aynı perdeden devam ediyor. Asalım , olağanüstü hal ilan edelim...

Peki sivil toplum nerede? Teşkilatlarında , belki iyi niyetle ama bölük pörçük adımlarla birşeyler yapmaya çalışıyor. Peki meydanlarda kim var? Taksim'de,Galatasaray'da kimler sürekli gösteri yapıyor? Terör mağdurları olan Türk Vatandaşları mı? Hayır , onlar değil. Olması gerekenler orada değiller ! Televizyonları başında şehit ve baskın haberlerini izliyorlar.

Bu arada terör örgütünün “halk davası” sürdüğünü iddia eden parti acaba bu örgütün gelir kaynaklarının uyuşturucu ticareti , haraç ( yani haklarını savunduğu halktan ZORLA , rızası dışında ve zorbalıkla alınan para ! ) gibi insani ve yasal olmayan yöntemler olmasını içlerine nasıl sindiriyor ? Peki ölen sivil vatandaşlar? Hadi askeri ve polisi , kabul edemediğin sistemin kolluk güçleri olarak görüyorsun. Peki dün Elazığ'da askeri konvoya saldırırken , sepetli motorsikletle tarladan evlerine dönen ailede çatışma sebebiyle ölen 70 yaşındaki vatandaş için ne diyeceksin ? Hani “eğitim zayiatı” diye bir kavram vardır , bu garibanlar da “dava zayiatı” hanesine bir çentik olarak mı atılacaklar?

Erdem , hak , hukuk bunun neresinde? Bunu sorgulamaktan kaçan ya da daha doğrusu bunu sorgulama gereği görmeyen belki de dürüst olmadıkları için bunu düşünemeyen “siyasi teröristler” , bu tarihi sorumluluklarının altından kalkabilecekler mi?

Çizgimizin Ötesi : Hayat Sadece Bizim Çizdiğimiz Sınırlardan Mı İbaret?

Din, aile, yaşam tecrübemiz , öğrendiklerimiz , öğrettiklerimiz , duyduklarımız , gördüklerimiz ; yaşantımızı yönlendiren , fikirlerimizi , yargılarımızı , ahlak anlayışımızı belirleyen unsurlar.

Attığımız her adım , verdiğimiz her beyan , siyasetimiz , oturmamız , kalkmamız bu kriterlere göre şekilleniyor.Bu kriterlere göre bir sınır çiziyoruz. Peki hiç düşündünüz mü bu sınırların ötesini? Orada da insanlar var !

Birlikte Yaşayamaz Mıyız?

Bu Kadar Zor Mu ?

Şu an siz Kürtlerle,Ermenilerle birlikte yaşayamazsınız diyen Modern Dünya (!) , dünya savaşlarında birbirini katletmedi mi? Milyonlar ölmedi mi? Onlar bile şuan bir "birlik" içinde , beraber yaşamıyor mu?

Demek ki Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu,T ürk-Kürt-Ermeni, Ak-Kara ne kadar zıtlık olursa olsun birlikte yaşamak mümkün.

Terör Örgütü "Dürüst Mü?"

Teörör Örgütü Gerçekten De "Barış ve Demokrasi" Mi İstiyor ?

Düşünün ki bir küslüğünüz var , küs olduğunuz kişiden bazı beklentileriniz var ki onunla küslüğünüzü giderebilesiniz. Ama onu her gördüğünüzde ters ters bakarak,arkasından işler çevirerek – ve hatta gözü önünde,alenen karşı hareketler yaparak- ve daha sonra da “aracılar” vasıtasıyla barışma talepleri göndererek bu “barışma” amacına ulaşabilir misiniz?

Tasvir rahatça anlaşılmıştır sanırım. Bu örnekte o iki küs ya da kavgaları kişi yerine Türkiye-İsrail veya Türkiye-terör örgütünü koyun.

İkinci örnekten başlayalım. BDP adlı partinin tüm beyanlarında,gösterilerinde,söylemlerinde hep adres olarak gösterilen terör örgütü ve liderinin aksiyonlarına ve taleplerine bakalım. Sanırım bunu inceleyince terör örgütü ve BDP için şunu söyleyebiliriz : Söylemleri,talepleri ile yaptıkları-yapmayı vaat ettikleri bu kadar çelişen başka bir organizasyon bulunamaz !

Partinin adı Barış ve Demokrasi.

Tüm mitinglerinde olay çıkıyor. Burada etikten ve dürüstlükten bahsedilebilir mi? Tabii ki HAYIR !

Göstericiler polise saldırıyor. Güvenlik güçlerini zora sokabilmek için çocukları öne sürüyorlar. Burada etikten ve dürüstlükten bahsedilebilir mi? Tabii ki HAYIR !

Milletin vekili seçildikleri ülkenin askerine,polisine,vatandaşına ve hatta aynı ırktan olan vatandaşlarına bile saldıran bir terör örgütünü işaret edip , sonra “barış” ve “demokrasi” istiyoruz derken çelişki yok mu? Elbette VAR! Burada etikten ve dürüstlükten bahsedilebilir mi? Tabii ki HAYIR !

Referans gösterdikleri terör örgütü topyekün ülkemize savaş açmış durumda. Sürekli şehit haberleri geliyor. Talep ne : Barış , yapılan ne : Savaş. Burada etikten ve dürüstlükten bahsedilebilir mi? Tabii ki HAYIR !

Hasmıyla barış yapmak isteyen bir örgüt , sürekli saldırganlık içinde olup ta sonra o hasmından : “Gel barışalım,senin taleplerini değerlendireceğiz “ cevabını almayı nasıl bekler? Yani burada etikten ve dürüstlükten bahsedilebilir mi? Tabii ki HAYIR !

Demek ki , bu örgüt Türkiye Cumhuriyeti içinde herhangi bir etnik kökenin ne insan hakları,ne demokrasi,ne ekonomik,ne sosyal kazanımlarını önemsiyor. Bir de şu açıdan bakalım ; acaba Türkiye dışındaki Kürtlerin ekonomik,sosyal çıkarları,insan hakları kazanımlarını önemse miyor mu bu örgüt? Kuzey Irak'ta , Irak'n genelinde Kürtler çok mu mutlu? Elbette ki Hayır ! Demek ki problemleri Türkiye ile !